Hayatın akış hızı nasıl olursa olsun, ister durgun ister hareketli seyretsin, bazı kurum ve hareketler vardır ki; tabii yapıları gereği sürekli dinamik ve adeta teyakkuz halinde olmalarını gerekli kılar. Çünkü yaşamın ürettiği sorunlar, etkin veya edilgen olarak sürekli mücadele etmeyi zaruri kılar. Bu da öncelikle mücadele etme sorumluluğunu üstlenmeyi gerektirir. Sorumluluk; insan olma mükellefiyetinin bir gereğidir. Aynı zamanda sorumluluk, içinde mücadele etmeyi barındıran bir kavram ve düşünme biçimidir.
Sendikal mücadele bunun en belirgin örneğidir. Artık, hiçbir konu, hiçbir problem, hiçbir alan yoktur ki Sendikaları ilgilendirmesin, sendikalara yabancı olsun. Çünkü örgütlü hareketin en dinamik katmanını oluşturan Sendikal hareket, her an olayların içerisinde problem çözmeye endeksli yapısıyla toplumsal sorunlara el atmak, çözüm üretmek durumundadır.
İnsanın ve insanlığın problemlerini çözmek için kurulmuş örgütlerin, haklı bir davayı savunmak adına üstlenmeleri gereken görevlerin başında; zaman, mekan ve şartlar ne olursa olsun sorumluluk yüklenmeleri ve bu sorumluluğu yerine getirmeleri geliyor. Bir düşünürümüzün söylediği gibi “her insan insanlığın yüküyle doğuyor”. Bu gerçeği ihtiyaçtan doğmuş örgütsel yapılara indirgediğimizde; her örgütün insanlığın yüküyle doğduğu’nun altını özellikle çizmemiz gerekir. İnsanlığın üretim mecrası/yatağı olan emek dünyasında da sendikaların insanlığın yüküyle/emekçilerin yüküyle doğduğuna hususen vurgu yapmak gerekiyor.
Bu anlamda, konfederasyonumuz HAK-İŞ ve sendikamız HİZMET-İŞ’in temsil ettiği kitlenin talep ve sorumluluklarının yanında, ülkemizin içerisinde bulunduğu siyasi, sosyal, ekonomik, stratejik ve kültürel her türlü durumda sorumluluk üstlenen, sorumluluklarını bir organizma bütünü halinde her kademesine yansıtan bir örgütsel yapıya sahiptir.
HAK-İŞ’in ülkemizin en büyük örgütlerinden, HİZMET-İŞ’in de en büyük işçi sendikası olması, bize böylesine büyük, anlamlı, duyarlı ve de bir o kadar da onurlu sorumluluk yüklemektedir. Dünyamızın Ülkemizin ve Bölgemizin içerisinde bulunduğu konjonktür, bize sorumluluklarımızı hatırlatmanın ötesinde, tavır almamızı elzem kılmaktadır. Anadolu coğrafyasının, tarihin her döneminde stratejik konumundan kaynaklanan önemi, bugün daha bir ortaya çıkmıştır. Ülkemize musallat olan FETÖ, PKK ve benzeri terör örgütlerine karşı Ülkemizin bekası adına tavır ve sorumluluk yüklenmek tüm örgütlerin birincil görevidir. Ayrıca, emperyalist güçlerin uluslararası ekonomik kuşatmalarına karşı da emek dünyasının sesi ve başkaldıran, tavır koyan gücü olmak milli ve yerli, kaçınılmaz bir görevdir.
Emek dünyasında 40 yıllık bilgi, deneyim, birikim sahibi olmak, zor zamanda sorumluluk almanın şartlarını taşımak anlamına da geliyor. Onun için Türkiye’nin en büyük işçi sendikası olmak, en büyük sorumluluk sahibi olmasını da beraberinde getiriyor.
Biz bu sorumluluğun idrakindeyiz. Bu sorumluluk aynı zamanda ahlâkî bir yükümlülüktür.
Bu bağlamda, emek dünyasının tüm sorunlarını olduğu kadar, ülkemizin diğer sorunlarını da doğrudan kendi sorunumuz bilmek ve mücadele etmek misyonumuzun gereğidir. Değişen dünya ve Türkiye şartlarında, artık “bizi ilgilendirmiyor” diyeceğimiz hiçbir durum ve olay yoktur. İletişimin aynı anda etkileşim haline geldiği bir zamanda, yükleneceğimiz yegâne insanî değer sorumluluktur.
Sorumluluk idrakini daha da özele taşırsak…
Sendikamız HAK-İŞ/HİZMET-İŞ; örgütlenmeden eğitime, toplu iş sözleşmelerinden, gerçekleştirmiş olduğu sosyal sorumluluk projelerine kadar adeta bir arının kovanını örmesi ve ürününü en mükemmel biçimde üretmesi gibi, sadece günümüzü değil geleceğimizi de etkileyecek, geleceğin yol haritasında temel teşkil edecek uygulamalara imza atmaktadır. Sendikamız, uygun zaman ve zemin beklemeden, ‘bir şeyler yapmak isteyenler için her zaman uygun zamandır’ anlayışıyla hareket ederek, öncelikle risk almayı, geçmiş deneyim ve birikimlerden yararlanarak gelişip yaygınlaşmaktadır.
Gene bir düşünce adamının söylediği gibi “insan ömrü, bir tek gerçeğin, yani o insanın yüklendiği gerçekliğin dile gelmesine yetebilir ancak…” Bu hakikati, emek ve alınteri mücadelesine tuttuğumuzda, zor zamanlarda sorumluluk üstlenmek bir kurumun/ sendikanın bütün yaşamına tekabül edecek kıymette ve önemdedir.
Buna örnek olarak; yıllardır hiç kimsenin el atmaya cesaret edemediği, sorunlarını dile getiremediği, kendileriyle ilişki kuramadığı Taşeron işçiliğin modern kölelik olduğuna vurgu yaparak başlattığımız ve büyük ölçüde sonuç aldığımız taşeron işçilik mücadelesidir. Emek tarihi HAK-İŞ’i ve HİZMET-İŞ’i yüklendiği sorumlulukla bu gerçekliği dile getirdiği için yazacaktır. Çünkü temelinde samimiyet harcı bulunan bir mücadeleyi hiçbir karşılık beklemeden başlattık ve taşeron işçi arkadaşlarımızın güven ve destekleriyle sonuçlandırdık. (KİT’ler, kiralık araç şoförleri, yemekhane işçileri, HBYS işçileri, % 70 kapsamına girmeyen işçilerin de kadro sorununda çözüme kavuşması için ayrıca bir mücadele sürdürüyoruz. )
Burada, önemle vurgulamam gereken bir gerçeğin altını tekrar çizmek istiyorum: Sendikal mücadelenin herhangi bir safhasında eğer bir başarı varsa, bu başarının temel nedenlerinden birisi; emekçi kitleyi arkasına alan, onların ana eğilim ve tercihlerini kavrayıp, doğru bir rotaya oturtmaktır.
“Zor zamanda sorumluluk” almak, esas itibariyle hiçbir karşılık beklemeden, her şart altında içselleştirilmiş sorumluluk sahibi olmaktır. Bu hasleti, kurumsal bünye özelliği haline getirmek öncelikle sendikaların görevi olmalıdır.