Herkesin ve her kurumun varlık nedeni farklıdır, çeşitlidir. Kimilerinin varlık nedeni kendileri dışında belirlenir, kimilerinin varlık nedenini ise bizzat kendilerine biçtikleri misyon belirler. Böylece ya pasif bir nesne veya aktif bir özne olarak varlıklarını sürekli kılarlar.
Biz, sivil toplum örgütlerinin gerçek varlık nedeninin “toplumsal sorumluluk”larından kaynaklanması gerektiğini düşünüyoruz. Böyle olmalıdır da. İhtiyaçtan kaynaklansın veya kaynaklanmasın örgütlenen her topluluğun kendisini “sivil toplum örgütü” olarak nitelendirdiği bir ülkede sorumluluklar öncelikle risk almayı, teklif üretmeyi, toplumsal dönüşüme katkı vermeyi gerekli kılar.
Bu bağlamda emek örgütlerinin dinamik karakteri ve hareket kabiliyetinden kaynaklanan yapısı, varlık nedenini sürekli güncellemeyi de zorunlu kılıyor. Yâni, her şart altında sorumluluk ve inisiyatif alabildikleri takdirde varoluşunu sürdürebilir ve anlamlı kılabilirler.
“Sivil toplum örgütü” kavramının günümüz toplumsal ilişkilerinde sadece kavram olarak değil, belirleyici, yönlendirici ve kurumsal ilişkileri sonuçlandırıcı bir “denetim” ve “yaptırım” olarak belirmesi, giderek Sivil toplum örgütlerinin anlam ve işlevinin öne çıkmasını sağladı. Bunun yanında Devlet ve ona bağlı resmi örgütlenmeler çerçevesi içerisinde yer almayan tüm örgütlenmelerin “sivil toplum örgütü” olarak ifade edilmesi beraberinde bir “işlevsizliği” de getirdi. Yâni, kendisini “sivil toplum örgütü” olarak tanımlayan organizasyonların, bu tanımlamalarına uygun bir “işlevsellik” içerisinde olup olmadıklarına bakılmaksızın önem atfedilmeye başlandı.
İkibinli yıllardan sonra sivil toplum örgütlerinin özellikle de işçi konfederasyon ve sendikalarının süreçlere dahil edilmesi ve inisiyatif almaya başlamasıyla siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde mesafe alınmaya başlandı. Konfederasyon ve sendikaların gücü oranında inisiyatif kullanabildikleri düşünüldüğünde, örgütlü topluma olan ihtiyaç daha bir öne çıkmaktadır.
Biz HAK-İŞ ve HİZMET-İŞ olarak bütün bu toplumsal süreçlere katılımımız, ülke sorunlarının çözümündeki ısrarcı tavrımız, “toplumsal sorumluluklarımızı varlık nedenimiz bilme” anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu temel anlayışımızı toplumsal süreçlere taşıyarak örgütlü toplumun sorun çözme kapasite ve yeteneğini de öne çıkarıyoruz.
Bu bağlamda HAK-İŞ ve bağlı sendikaların sürekli ve yoğun bir biçimde süreçlere dahil olmaya başlaması ve katkı vermesi, sivil toplum örgütlerinin alternatiflerine, çözüm önerilerine ilgiyi artırmaktadır.
Ülkemizin 32 yıldır yaşadığı 12 Eylül travmasının bütünüyle ortadan kalkması için beliren irade, bütün kesimleri kapsayacak sivil, özgürlükçü, katılımcı, insanı odağa alan yeni bir toplumsal anayasa yapma sürecini başlatmıştır. Bu süreçte öncelikle Sivil Toplum Örgütlerine olan yaklaşımı önemseyerek aldığımız inisiyatif HAK-İŞ odaklı bir “emek anayasası önerisi”nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Halen de toplumsal kesimlere karşı sürdürdüğümüz bu anayasa çalışmalarımızın temelinde işte bu duyarlılığımız, toplumsal sorumluluğumuz vardır. Başka bir deyişle “toplumsal sorumluluk varlık nedenimizdir”.
Gene 12 Eylül Darbesi’nin getirdiği 2821 ve 2822 sayılı çalışma yasalarının, bugünlerde bütünüyle değiştirilmesi ve “Toplu İş İlişkileri Yasası” adıyla yeni bir form ve muhtevada TBMM gündemine getirilmiş olmasına verdiğimiz katkı da bu sorumluluk tavrımızdan kaynaklanmaktadır.
Ülkemizin gerçek bir sivil ve sosyal toplum olmasının önündeki her türlü engelin kaldırılması yönünde atılan ve atılacak adımlarda İşçi Konfederasyon ve sendikalarının “ilk adımı” atmasının öncelikli şartı, atacakları her adımın “varlık nedeni” olduğunu hissederek atmalarıdır.
HAK-İŞ ve HİZMET-İŞ’in bu sorumlu, duyarlı, ilkeli duruş ve yürüyüşü Yeni Türkiye’nin Yeni İş İlişkilerine katkı olacaktır.
Hâlâ geçmiş yüzyılın ideolojik şablon ve mantalitesiyle varlığını korumaya çalışan örgütlerin, o yüzyılın sınırları içine hapsolduğu gerçeğinden habersiz olmalarının izah edilir bir yanı yoktur.
Her an yenilenen, her an değişen, her an müdahil olduğunuz nisbette dönüşebilecek
Biz HAK-İŞ / HİZMET-İŞ olarak kendimize biçtiğimiz misyonun gereği olarak ülkemizin toplumsal inşasına katkı vermeye çalışıyoruz. İnanıyor ve biliyoruz ki; geniş kitlelerin oluşturduğu emek tabanının üretkenliği ve ivmesi bize böylesine bir misyon yüklüyor. HAK-İŞ olarak; ülkemizin öncelikle Çalışma Hayatını yeniden şekillendirecek düzenlemelerden tutunuz da Anayasa çalışmaları öncelikli olmak üzere, tüm sorunlarına çözüm katkısı verebilmekle varlık nedenimizi güncelleyebileceğimizi düşünüyoruz.
Artık dünyanın ve ülkemizin ekseni asla yabancı kalamayacağınız, başkalarına ihale edemeyeceğiniz, erteleyemeyeceğiniz sorumluluklar almayı şart kılmaktadır. Üstlendiğiniz sorumluluklar, varlığınızın göstergesi olacak ve sizi anlamlı kılacaktır. Aksi halde mekanik bir örgüt olarak belli süre kalıplarınıza sığınarak yaşar, sonra tarihin ‘dönemi kapanmış kurumlar koridorlarında’ yerinizi alırsınız.
Öncelikle misyon ve sorumluluk, bizim hayata tutunmamız ve anlamlı bir yer edinebilmemiz için her an yeni alanlar açmaktadır. Sendikal kimlik ve misyonumuzu bu alanlara taşıyabilme kapasitemizi geliştirerek bu alanlara “emeğin rengi”ni verdiğimiz ölçüde varlık nedenimizin sağlamasını yapacağımız yeni ve sürekli bir çizgi tutturmuş olacağız.
HAK-İŞ, biriken toplumsal enerjiyi atıl alanlara kanalize etme veya tepkileri belli noktalara yoğunlaştırma görevi ‘verilmiş’ örgütlerin, varlık nedenlerinin de zamanı geldiğinde kendilerinden ‘alınacağı’nın altını çizerek, sorumluluklarını ‘söylemlere kurban’ etmeden eyleme taşımış ve taşımaya devam etmektedir.
Varoluşumuzun anlamı, ülkemizin emek ekseninde yeniden inşa hamlesine koyacağımız harç ve inşacı sorumluluğumuzla kaim olacaktır.
Konfederasyonumuzun son genel kurulunun tema’sı olan “Medeniyetler buluşmasından küresel sendikacılık inşasına” doğru alacağımız sorumluluk da varlığımızı bir o kadar tahkim edecektir.
Özetle “yeni sendikal eksende alacağımız sorumluluk” varlık nedenimizdir diyoruz. Olan toplumsal süreçlere vereceğiniz katkı, varlık nedeninizin de göstergesi olacaktır. Onun için sendikaların varoluş nedenleri; alacakları sorumluluk ve geleceğe ilişkin öngörüleri ve ortaya koyacakları alternatif politikaları olmalıdır.
Konfederasyon ve sendikalar toplumun önünü açıcı ‘düşünce kuruluşları’ olmalıdır. Bunun için de anlam ve fonksiyonlarını yeniden gözden geçirmeli, sürekli test etmelidirler. Artık statükodan beslenme dönemi kapanmış, ülkemizin geleceği; toplumsal dinamikleri doğru okuyabilen, doğru yönlendirebilen, onlara karşılık olabilecek politikalar üretebilen kurumlarla inşa dönemi başlamıştır. Bu inşa hamlesinin önemli bir ayağında bulunan emek eksenli örgütlerin varlık nedenlerini kendi kendilerine yok etmemeleri için ülkemizin yeni inşa hamlesinde başat bir rol üstlenmeleri gerekmektedir.