Ana Sayfa » Makaleler » Mahmut ARSLAN » STÖ’lerin Rolü: Sorunların Etrafında Dolanmak Değil Çözümlerle Donanmak

STÖ’lerin Rolü: Sorunların Etrafında Dolanmak Değil Çözümlerle Donanmak

 Ülkemizin gündemi: her an yeni bir gelişme, yeni bir enerji yüklenmesi ve boşalması tarzında beklentilerle dolu olarak, sanki temel sorunlarının gündem dışına itilmeye zorlandığı intibaını veriyor.

Bu sorunlar karşısında anlık perspektif geliştirmek için bile zaman yoğun çaba sarfetmek gerekiyor. Yani olaylar öyle hızlı gelişiyor ve değişiyor ki, bir bakıyorsunuz bir sorunu çözme kulvarına girdiğiniz anda başka bir sorun, onun yerini kaplıyor ve kapatıyor. Böylece gündemden kopmamak uğruna temel-yapısal sorunlarınızla uğraşmak yerine, konjonktürel-aktüel sorunlarla boğuşmaya teslim oluyorsunuz.

Yanlış anlaşılmamak için öncelikle belirtelim ki; Konjonktürel sorunlarla uğraşmak teslimiyet midir? Kuşkusuz hayır! Bizim burada sözkonusu ettiğimiz: Konjonktürün/güncel olanın akıcılığına kapılıp, temel-yapısal sorunlarımızı gündem dışına taşımak ve böylece sorunları yok saymaya doğru gitmektir. Bundan daha vahimi de bu süreçte; tâli sorunları asıl sorun kabul ederek; önemli bir stratejik yanlışa sapmaktır.

Çözüm bekleyen genel/özel kronik sorunlar, şartların ortaya çıkardığı güncel sorunlar ve gelişme sürecinde ortaya çıkabilecek muhtemel sorunlar karşımızda duruyor.

Bu noktada Sivil Toplum Örgütlerinin kendiliğinden inisiyatif kullanabilen uyarıcı ve yönlendirici rolünü doğru görmek ve gereğini doğru biçimde yapmanın önemine vurgu yapmak istiyorum.

Yani, sorunlar önünde her türlü subjektif kaygılardan soyutlanıp sorumlu birey ve örgüt olarak toplumsal gelişime ve konsensüse katkıda bulunmamız gerekiyor.

Özellikle bu günlerde ülkemizde bir enerji boşalmasının kimi mihraklar/çevrelerce kışkırtılmak istenmesine karşı, sivil toplum örgütlerinin doğru refleksler ortaya koyabilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Doğru reflekslerin ortaya konulamaması ya da saptırılması durumunda toplumsal yapımızın yeni parçalanmalara, yeni dalgalanmalara ve yeni kamplaşmalara maruz kalacağı kaygısını taşıyorum.

Biz bu konjonktürde; sanal sorunları, kaygıları ve korkuları değil, ülkemizin gerçek sorunlarını, kaygılarını ve kendine olan güvenini konuşalım, konuşlandıralım istiyoruz. Bunu yapabilmek için de asgari düzeyde konuşup tartışabilme zeminini oluşturabilmeliyiz diye düşünüyorum.

Unutmamalıyız ki; Türkiye ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa, dış politikadan çalışma hayatına kadar yıllardır fay hatları üzerinde sürekli depremleri yaşayan bir ülke durumunu yaşamıştır. Ne acıdır ki ülke sorunlarına ilişkin getirilen tüm çözümler gene bu fay hatları üzerinde yapılandırılmış ve ülkemiz her gün yeni depremlerle uyanmıştır.

Bugün de böyle bir kulvara sokulma girişimlerine tanık oluyoruz.

Ülkemizin uzun yıllardır; aydınlar, iş adamları, akademisyenler, politikacılar, sivil toplum örgütleri ve bürokratlar tarafından sürekli birtakım “eşiklerde” dolaştığı ifade edilmektedir. Ekonomi hep “çöküşün eşiğinde”, siyaset de hep “çürümenin eşiğinde” dir. Ne hikmetse devamlı bu eşiklerde politika yapılır, ekonomik programlar üretilir, yeni yapılanmalar oluşturulur da bir türlü bu eşikler’den dönülmez. Ve aynı nakarat tekrar edilir.

Niçin? Çünkü; eşiklerde yaşamak, çürümeden, çözülmeden bahsetmek varlık sebebi haline gelmiştir. Sanki birileri bizi sürekli bu eşiklerde kendimizi hırpalamakla meşgul etmektedir.

Bu bağlamda;

Gerginlik siyaseti, Kırılgan ekonomi, Reform enflasyonu, Paket popülizmleri ve Belirsiz dış politika; adeta Türkiye’ye özgü bir “yönetim modeli” haline getirilmiştir.

Siyasal istikrarın diğer sosyo-ekonomik sorunlarımızın çözümünde kilit bir yeri olduğunun bilincinde olarak; uzun yılların siyasal istikrarsızlıklarından sonra birkaç yıldır tek başına bir merkezi yönetimle karşılaşmışken, bu kez de boyutları henüz tam olarak ortaya çıkmamış olan birtakım provakatif hareketlere tanık oluyoruz.

Ülkemizde her kesim söylediklerini ve yaptıklarını çok ciddi analize tabi tutmalıdır. Çünkü Başka Türkiye yok ! Onun için sürekli yapay sorunlar üreten değil, gerçek çözüm öneren bir Türkiye’ye yönelmek zorundayız.

Merkezi İktidardan muhalefete, siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine kadar herkes miyopluklarını ve renk körlüklerini terkedip Türkiye’yi gerçek tablosuyla ve gerçek gündemiyle okumalıdır.

Bu gündem İnsan Hakları, Özgürlükler, Demokrasi, Yoksulluk, Gelir Dağılımı adaletsizliği, Avrupa birliği ve bunlara bağlı alt gündemlerdir.

Birileri ısrarla bizi bu gündemleri konuşmaktan ve çözüm aramaktan uzaklaştırmaya çalışmaktadır. “Birileri” derken bunu vehimler içerisinde bir korku paranoyasıyla özdeşleştirmeyelim.

Dünya toplumları, “gezegenimizin geleceğine yatırım yapmalıyız” noktasına gelmişken; biz halâ aynı gezegende olup da ayrı dünyaları yaşayan bir toplum olmamalıyız. Onun için de insan, imkan ve potansiyeliyle devasa bir Türkiye’nin akciğerleri karartılmamalıdır diye düşünüyorum.

Şu gerçeği hepimiz biliyoruz ki; Herşeyin temelini özgürlükler oluşturur. Siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlarımız da ancak özgürlükler temeli üzerinde tartışılabilir, çözümlenebilir ve sonuçlandırılabilir. Yani saydamlığın, şeffaflığın, açıklığın olduğu yerde sorunlar bütün boyutlarıyla görülebilir, tartışılabilir ve çözümlere kavuşturulabilir. (BU BÖLÜM AYNI ZAMANDA SPOT OLACAK

Biz; bu bağlamda Özgürlüklerden korktuğu için yalnızlaşan bir Türkiye istemiyoruz.
Giderek bulanıklaşmada derinleşen değil, saydamlaşmada genişleyen bir Türkiye’ye hep birlikte katkı vermeliyiz. Yeni politika ve strateji üretmek için eski formatları terketmek gereklidir.

Yıllardır değer ve yeni vizyonlar üretememeye itilen bir toplumsal yapı, artık yeni bir kavşağa gelmiştir. Bu kavşakta yeni “değer”lere ve “vizyon”lara kilitlenmelidir. Bu da ancak yeni bir siyaset ve özgürlük anlayışıyla gerçekleşebilir. Hepimiz buna katkı vermeliyiz.

Yani klasik deyimle: doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanla, doğru hedefe kilitlenmenin gerekliliğini vurgulamak istiyorum.

Dünyamızın “küresel dalga”ların etkisi altında çalkalandığı bir ortamda bu dalgalanmalara yön verme çabası içerisine girmek yerine, kendi sorunlarına mahkum bir sürüklenmede yok olmayalım istiyoruz.

Yanlış yerlerden toplanan organlarla vücut oluşmuyor. Aynı reflekslere sahip toplumsal yapıyı yeniden inşa etmenin zeminini hazırlayalım istiyoruz.

Dayatma ve izolasyonlardan arınmış bir toplumsal yapıyı egemen kılalım istiyoruz !

Kamudan tek boyutlu pay almaya endekslenmiş “imtiyazlar toplumu” haline gelen ülkemizi “haklar ve özgürlükler toplumu” haline getirme çabasına endekslenelim istiyoruz!

Sendika olarak işkolumuzun kronik ve güncel sorunlarının bilincinde ve bunların ısrarla takipçisi ve çözümüne kilitlenmiş sorumlu sendikacılar olarak; bu sorunların çözümünün de genel sorunlarımızla ilgili olduğunun bilinciyle, sorunların, onların çevresinde dolanarak değil, çözümlerle donanarak çözülmesi gerektiğini idrak etmemiz gerektiğini düşünüyorum


Not:” Bu makale, Temmuz-2006 dönemini kapsayan Hizmet-İş Dergisi’nin 121. Sayısı s.2-3’de yayımlanmıştır.