Ana Sayfa » Makaleler » Mahmut ARSLAN » Sivil Toplum Örgütleri/Sendikalar “Meslek Hastalığı”na Yakalanmamalı..!

Sivil Toplum Örgütleri/Sendikalar “Meslek Hastalığı”na Yakalanmamalı..!

Yazımızın başlığına bakıp da bu yazıyı iş sağlığı ve güvenliğine yönelik bir teknik yazı olarak adlandırmak pekalâ mümkün. Hatta başlığından hareketle teknik, sıkıcı bir yazı olarak peşinen okumamak da mümkün. Ancak; başlıkta kasdettiğimiz meslek hastalığı; tıpkı bir insanın veya çalışanın biyolojik ve ruhî yapısını etkileyen çevre faktörlerinden kaynaklanan hastalıklar gibi Sivil Toplum Örgütlerinin/Sendikaların sözkonusu olduğu, onlara musallat olan bir iç bünye zafiyetinden kaynaklanan iç hastalıklarına işaret etmektir. ‘Meslek Hastalığı’nın kavramsallaşmasından yola çıkarak Sivil Toplum Örgütleri/Sendikalara ilişkin konumuz ile sınırlı söyleyeceklerimize kalıp olması bakımından özellikle bu kavramı seçtik. Benzeri diğer bazı kavramlarla ifade edersek: Renk körlüğü, İşletme körlüğü kavramları da yazımızın başlığına uygun düşen kavramlardır.

Öncelikle belirtelim ki: Sivil Toplum Örgütü/Sendika yöneticisi-mensubu olmak bir meslek değildir. Çünkü meslek; “hayatın devam ettirilmesi ve gerekli ihtiyaçların giderilmesi için temelde kazanca endeksli kısa veya uzun süreli iş yapma”dır. Daha yalın bir deyişle “kazanç elde etmek için uzmanlaşılan, yapılan iş”tir. Bu işi yaparken mesleğin özelliklerinden kaynaklanan hastalıkları da meslek hastalığı olarak adlandırıyoruz.

Onun için burada meslek hastalığı kavramına teknik bir anlam değil; tahsis edilmiş olduğu alana göre özel bir anlam yüklüyoruz.

Bu tanımlamadan sonra konuyu kendi gündemimize taşırsak…

Örgütlenmenin önündeki engeller, kayıtdışı istihdamın sürekli büyümesi, sendikaların kan kaybetmesi, sivil toplum örgütlerinin sivil olamaması, inisiyatif kullanamaması, vs. gibi sorunları tekrarlamak ya da bu sorunların kaynağını hariçte arama, görme yerine bir kurumsal sorumluluktan kaynaklanan özeleştiriye tabi tutmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Yani hangi sorun olursa olsun öncelikle dış etkenlerden çok iç etkenlerin bu sorunu üretip üretmediği üzerine yoğunlaşılmalı, bir zemin sterilizasyonunun olup olmadığı ciddi biçimde sorgulanmalıdır.

Ülkemizdeki STÖ/Sendikal yapılar giderek dünyadaki konjonktüre paralel şekilde sadece söylem ve anlam olarak ivme kazanırken, maalesef eylem ve işlev olarak düşük yoğunluklu bir seyir izlemektedirler. STÖ/Sendikalar her alanda baskı mekanizmaları oluşturmaları gerekirken, tam aksine yok sayılmaları, itirazlarının ciddiye alınmaması, söylemleriyle eylemlerinin tutarlılık göstermemesi, yaklaşımlarının total/toptancı olması gibi temel bünyevî sorunları halâ barındırıyor olmaları sivil toplumun, sendikaların önünde büyük handikaplar olarak durmaktadır.

Peki bu durumdan, buradan nasıl bir çıkış üretilebilir?

STÖ/Sendikaların sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemeleri yerine, doğru zannettikleri yanlışları devamlı tekrarlamalarından kaynaklanan kurumsal körlük veya meslek hastalığından kurtulabilmek için statükoyu koruma ve kollama formatından çıkarak (deyim yerindeyse) makas değiştirmeleri gerekiyor. Çünkü makas değiştirilmediği takdirde aynı akıbete, istasyona/sonuca sürüklenmek kaçınılmazdır.

Bu bir değişim ihtiyacıdır. Ancak bizim sözkonusu ettiğimiz değişim; tekrarlana tekrarlana aşınmış, çıkışı, anlamı, yatağı ve hedefi belirsiz, sadece damak tadından ibaret bir değişim değildir. Kendisini bütünüyle bir bünye check-upından geçirerek, hastalıklı organlarını belirleyip artık eski bünyenin yeni yükleri taşıyamayacağını anlamış bir kan değişimi , doku yenilenmesi dir. Bunun için de öncelikle güven ve duruşun yeniden oluşturulması gerekiyor. Bu anlamda da STÖ’ler/Sendikalar kendi zafiyetlerinden kaynaklanan olumsuz sonuçları giderebilmeleri için sığınma-geçiştirme psikozu içerisinde değil, güven rahatlığı içerisinde olmalıdırlar !

Bazen bünyede oluşacak küçük bir sivilce bünyedeki önemli bir meslek hastalığının/iç hastalıklarının belirtisi olabilir. Bu tür önemsenmeyen sivilceleri sürekli geçiştirmenin sonuçta önemli bir bünye zafiyetine/tefessühüne yol açacağının bilincinde olunmalı ve bu meslek hastalıkları ya da iç hastalıklarına yakalanmadan önce yukarıda sözkonusu ettiğimiz sürekli check-up yapılmalıdır. Bunun bizim literatürümüzdeki karşılığı özeleştiridir. Eleştiri; dışarıdan bir bakışın, değerlendirmenin ürünüdür. Özeleştiri ise; bünye içerisinden bünyenin hayatiyetini sağlıklı devam ettirebilmesi için yapılan muhasebedir. STÖ’ler/Sendikalar meslek hastalıklarına yakalanmamak için sürekli check-up/özeleştiriyi periyodik hale getirmelidirler diye düşünüyorum.

STÖ/Sendikaların Örgüt yöneticilerinin kendi sorunlarına ve sorumluluk alanlarına olan katıksız ve tavizsiz inançları ve bu yolda çabaları, zaman ve zemin gözetmeden yürüyebilmelerinin ve sonuç alabilmelerinin temel şartlarındandır. Yani öncelikle yaptığınız işe inanma, bu işe sevdalanma ve kanınıza karıştırma, heyecanını duyma ikliminde yaşamak meslek hastalıklarına/iç hastalıklarına yakalanmamanın temel koşullarındandır.

Bu anlamda, Sivil Toplum Örgütleri/Sendikalar, belli bir duruş sahibi, duruşunu bozmayan, sürekli sorun değil sorumluluk üreten yapılar olabilmelidir.

STÖ’lere/Sendikalara musallat meslekî hastalıkların en önemlisi ahlâkî yozlaşma, ahlâkî çözülmedir. Belki de en başa alınması gereken ahlâkîlik, STÖ/Sendikalar’ın ciddi, tavizsiz, tavır sahibi, taleplerinde ısrarcı, tabanlarına duyarlı kalabilmelerinin olmazsa olmaz temel şartıdır.

Genel olarak STÖ’lerin/Sendikaların dokularında kimi zaman yaşanan ve giderilmediği takdirde kronik hale gelen, yapılarından ve çevre şartlarından kaynaklanan, bazen gözle görülemez, hissedilemez ancak ön belirtileri ortaya çıkan meslek hastalıklarını yok edebilmenin yolu da her eylemde, her tutumda ahlaki duruş sergilemekten geçmektedir.

Evet…

STÖ’ler/Sendikalar toplumun en duyarlı kesimlerinin örgütleri olarak ortaya çıkmışlardır. Zaten örgütlenme başlı başına bir duyarlılığın tezahürüdür. STÖ’lere/Sendikalara musallat meslek hastalıkları/iç hastalıkları/kurumsal körlük’e yakalanmamaya işaret etmek amacıyla, her şeyden önce özeleştiri bağlamında bu ve benzeri düşünceleri aktarmanın, tartışmanın, başlık halinde de olsa gündeme taşımanın her sorumlu sivil toplum örgütü yöneticisinin mükellefiyeti olduğunu düşünüyorum.

Örgüt sorumluluğunu örgütlü sorumsuzluğa dönüştürmemek için örgütlenme yürüyüşüne çıktığımız ilk durağın heyecanını her zaman yaşayabilmek ve yaşatabilmenin gereğine inanıyorum… Galiba misyon sahibi olmanın gereği de budur.

Mahmut ARSLAN
Hizmet-İş Sendikası Genel Başkanıve
Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı
e-posta: gb@hizmet-is.org.tr


Bu makale, Hizmet-İş Dergisi, Ekim 2006, Yıl:17, Sayı:122 s.2-3‘te yayınlanmıştır.