Ana Sayfa » Makaleler » Mahmut ARSLAN » Sendikaların Gelecekle Sınavı

Sendikaların Gelecekle Sınavı

Sendikalar sadece aidat toplamamalı. Bugün sendikaların değişen işlevleri ile sorumluluklarını da ağırlaştırmıştır. Bunun farkında olan sendikalar için değişim kaçınılmaz. Farkında olmayanlar ise aynı ray üzerinde fazla ileriye gidemez

Yeni Şafak’ın Yorum sayfasında 5 Eylül 2007 günü “Sendikalar sadece aidat mı toplar?” başlığıyla yayınlanan ve “Sendikalar bugün üyelerinin haklarından, sosyal ve ekonomik meselelerde demokratik katılımdanh ziyade belli siyasal anlayışlara hopsolup kurumsal varlıklarını sürdürmeyi birincil amaç haline getirdiklerini görüyoruz” ana fikri etrafında yayınlanan yazıda her ne kadar Kamu-memur sendikaları sözkonusu edilse de yazıda kısmî doğrular olmakla birlikte, bir genelleme yapılmasının doğru olmadığının altını çizmek istiyorum.
Çünkü; pratik gelişmelerden yola çıkarak ve sendikal faaliyetlerin konjonktürel iniş-çıkışlarını esas alarak bir genelleme yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü, sendikal hareket uzun bir yürüyüş ve süreçtir. Bu süreçteki bir kesiti bütün bir yürüyüşün tamamına teşmil etmek yanlış sonuçlar verebilir. Onun için “Sendikalar sadece aidat mı toplar?” başlığının negatif çağrışımları yoğunlaştıracağını ve (her ne kadar gerçek anlamıyla bir örgütlenme bütünüyle sözkonusu olamasa da) ülkemizdeki sivil toplum örgütlülüğü bilincine soru işareti bırakabileceğini düşünüyorum.

İŞVERENLERİN RAKİBİ SENDİKALAR
Bu bakımdan yazımın başlığını “sendikalar yüksek duyarlılık toplar” diye okuyun. Çünkü, sendikal hareket ve mücadelede mikro bir pratik yarar veya zararın, o hareketin temel duyarlılıklarını yitirdiği sonucu çıkarmak mümkün değildir. Kuşkusuz sendikalar, hak arama, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal katılım için önemli ve gerekli araçlardır. Hatta bugün gelişen sendikal tanım ve hareket katılımın da ötesine geçerek, örgütsel yoğunluğu yüksek bir duyarlılık oluşturan (batıda yaygın deyimiyle) “toplumsal hareket sendikacılığı” biçimine dönüşmektedir.

Türkiye’deki sendikal mücadele tarihinin çok eski olmaması, ister istemez bazı konularda sendikal hazım kapasitesinin de gelişmesinde önemli bir etkendir. Çok değil, 30 yıl geriye gittiğimizde Sendikalar işverenlerin karşısında bir rakip olarak vardılar. Ve bütün sendikal mücadele rakip psikolojisine kilitlenmişti. Toplum olarak bunun öne negatif olarak çıkan sonuçlarını hep birlikte yaşadık. Daha sonra işverenle rakip olmanın sınıf bilincine katacağı veya çalışanların haklarında daha ileri kazanımlar elde etme yönünde bir ilerleme getiremeyeceği pratik tarafından doğrulanınca bu kez sendikalar işverenlerle işletmenin bir tarafı olarak yerini almaya başladı. Bu pratikte bir kavramsal ve konum değişikliği olmakla birlikte bütünüyle bir zihniyet değişimi değildi. Daha sonra, 2000’li yıllarla birlikte öne çıkan, artık rakip ve tarafın da ötesinde bir ortak bilinciydi. Yani bu bilinç; ortak yükümlülükler, ortak sorumluluklar, ortak risk paylaşımları ekseninde yükseliyordu.

Bugün Türk Sendikacılığı işte bu noktada durmaktadır. Bu duruşu “sadece aidat toplama”ya indirgemenin türk sendikal hareketine haksızlık olduğunu düşünüyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi, sözkonusu yazıda her ne kadar kamu-memur sendikacılığı sözkonusu edilse de Türk Sendikal hareketini halâ “aidatla sınırlı” şablonlara sıkıştırmak haklı bir yaklaşım değildir. Sendikaların değişen işlevleri, sorumluluklarını da ağırlaştırmıştır. Üyelerinin/mensuplarının taleplerini sadece ücretle sınırlı görmeyip, onların siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel duyarlılıklarını artırmak, diğer ülke sorunlarında da doğrudan görev üstlenip, risk kapasitelerini de yükseltmek gibi bir ontolojik tercihle karşı karşıyadırlar.

Sendikal örgütlenme dendiğinde hemen akla Sivil Toplumun gelmesi de önemlidir. Çünkü sivil toplum örgütlerinin temel özellikleri; sürekli yenilenebilen, dinamik ve değişen şartlara adapte olabilecek esnekliğe sahip bulunmalarıdır. Kendilerini yenileyemeyen, değişen durumlara yeni çözümler üretemeyen yapılanmalar kendilerini her ne kadar Sivil Toplum Örgütü olarak niteleseler de bu anlam ve işleve sahip değillerdir. Sendikaların da bu anlamda sivil toplumun tümünü kapsama alanında tutmaları önemli bir sendikal çerçevedir diye düşünüyorum.

TÜRKİYE’DE SENDİKACILIĞIN GELECEĞİ
Kuşkusuz, ‘Sivil Toplum Örgütü’ deyimi bir mülkiyet ifade etmez. Adını sorumluluk bilincinden, işlevinden alır. Örgütlülüğünü ‘örgütlü sorumsuzluk’a dönüştürmüş yapılar sivil toplum örgütü olamazlar. Nerede durup nerede yürüyeceği, hangi takvimde nereye kadar gideceği, uzlaşmasının da mücadelesinin de sınırlarını kendi ilkelerinden kaynaklı olarak sürdürebilen örgütlenmelerdir.

Türk Toplumu için genel anlamda, hak talep etmeye yönelik, toplumsal sorunlara duyarlı olma anlamında örgütlenme kültürünün tarihsel kökleri eski değildir. Hatta bu anlamda bir örgütlenme kültüründen bahsedemeyiz.

Bu anlamda Türk Sendikacılığı bugün önemli temel tercihlerle karşı karşıyadır. Ya eski raylar üzerinde statükolarını ‘sınırlı bir süre daha’ sürdürecekler ya da temel argümanlarını, değer eksenlerini, tabanlarıyla yabancılaşmayan talep duyargalarını yaşanan gelişmelere göre uyarlayacaklardır. Bu bir ontolojik tercihtir. Yani Sendikacılığın varoluş ya da yokoluş tercihidir. Sendikalar bu tercihi sağlıklı olarak gerçekleştirebilecek iradî rüşde sahiptir diye düşünüyorum. Kuşkusuz eski rayları söküp atabilmek, yeni ihtiyaçlara göre yeni raylar (yapılanmalar) döşeyebilmek bir mantalite değişikliğini gerektirir. Bu mantaliteyi indirgemeci bir anlayışa dökmemek gerekiyor.

Bu yazımdaki amacım, iyi niyetle, objektif olduğuna inandığım “sendikalar sadece aidat mı toplar?” sorusuna cevap vermekten çok, Sendikaların nasıl bir eksen ve işlevlerinin olduğuna dikkatleri toplamayabilmektir.

“Sendikaların gelecekle sınavı” başlıklı bu makale, Yeni Şafak Gazetesi’nin 08 Eylül 2007 Cumartesi tarihli sayısında “Yorum” sayfasında yayınlanmıştır.
İlgili kaynağa, http://www.yenisafak.com.tr/yorum/?t=08.09.2007&c=12&i=67237 adresinden ulaşılabilir