Kurumların tarihi insanlığın tarihi kadar eski. İlk insanla birlikte, toplumsal yaşama gereği oluşan kurumların insanın irade ve eylem biçimleriyle ortaya çıkışı, şekillenişi, diğerlerinden ayırt edilişi ve hayatın sürekliliği içerisinde yenilenişiyle birlikte mensubiyet, giderek bilinç haline geliyor ve kurumların kalıcı ve sürekliliğini sağlıyor. Kısaca söyleyecek olursak: Mensubiyet bilinci kurumsal sürekliliği besleyen ana damar olarak insanlığın başından beri değişmiyor. Değişen, zamanın gereklerine göre yapılanmalarını dönüştürebilen kurumlar ve onlara yön veren insan..
Mensubiyet bilinci: “Bir kurumun veya topluluğun belli değerleri hiçbir dış etki ve zorlama olmadan özümsemesi, ortak davranış kalıplarını benimsemesi, kendini tarih ve kültür olarak aynı dünyaya ait hissetmesi, bunları benzerlerinden ve başkalarından ayıran farklılıkların idrakinde olması”dır. Yani mensubiyet, bir “kimlik” ve “alamet-i farika: ayırıcı özellik”tir.
Bu anlamda; HİZMET-İŞ’i tabandaki üyesinden Genel Başkanına kadar aynı bünyeden beslenen canlı bir organizmaya sahip insanlar topluluğu olarak görüyoruz ve bu bilinci sendikamızın olmazsa olmazı addediyoruz.
“Bilincinde olunan ve gerekleri yerine getirilen kimlik”ten sözediyoruz. Cansız kimliklerden sözetmiyoruz.
Mensubiyet ve kurumsal kültür, bir süreçtir. Yani geçmişi, bugünü ve geleceği kapsayan, statiği ve dinamikleriyle zaman içerisinde oluşan bir süreç..
Bizim tarihsel gelenek ve damarlarımızda;
• “İnsanlığın yararına çığır açma”nın önemine işaret eden,
• “Ayağına diken batan bir insanın acısını tüm mensuplarının duyması gerektiği”ne vurgu yapan,
• “Başkalarına benzememeyi” yani özgün olmayı dikte eden ölçüler temel işaret taşlarımızdır.
Çağdaş Yönetim Sistemlerinde varlığını, tek bir organın itmesiyle değil, tüm organların ahenk içerisinde uyumuyla bütün olarak sürdürebilen kurumlar, kalıcı, dinamik ve amaçlarına sağlıklı biçimde yürüyen, kurumsal kültüre sahip yapılar olarak öne çıkmakta ve alanlarında belirleyici olmaktadır.
Örgüt tanımımızı, “belli hedefleri gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş, bireysel ve ortak sorumluluklar taşıyan, dayanışmalı fikir oluşumunu gerçekleştirebilen, homojen yani uyumlu ve aynı duyarlılıklarla donanmış insanlar topluluğu” olarak belirlediğimizde, mensubiyet bilincimizin farklı olaylar karşısında aynı duyarlılıkları gerektirdiğini de ortaya koymuş oluruz .
Biz; örgüt sorumluluğunu “sivil toplum örgütü” adıyla sadece dekoratif bir unvandan ibaret örgütlü sorumsuzluğa dönüştürmüş kurumlarla örtüşmeyen, ayrışan bir kurumsal yapının mensuplarıyız.
Bu temel bağlam içerisinde ülkemiz şartlarına ve çalışma yaşamının temel kurumları olan sendikalara, özelde kendi kurumumuz olan Hizmet-İş’e gelirsek..
Nasıl bir mensubiyet ve kurumsal kültür? Ya da nasıl bir Hizmet-İş kültürü? sorusuna cevap vermek için kapı aralayalım..
• İnanılan, paylaşılan ve yaşanılan değerleri olan, bunları tartışma alanına taşımayan ve her koşul
altında sürdürebilen bir Hizmet-İş..
• Mensupları ve organlarının birbiriyle çekişmediği/çelişmediği, içsel bütünlüğü oluşmuş bir
Hizmet-İş..
• Nerede ve nasıl olursa olsun “sadece eleştiri” açmazına yakalanmayan, kendini hariç tutarak
konuşmayan, iç bünyesine yönelik özeleştiri yapabilme kabiliyetine sahip bir Hizmet-İş..
• “Önce İnsan Önce Emek” sloganını soyut olarak tekrarlayan değil, eyleme dönüştürebilen,
mensuplarının/üyelerinin yaşam düzeylerine yansıtabilen bir Hizmet-İş..
• Statik ve statükocu, mekanik kalıplara hapsolmayan bir yapı..
• Değişimde/değişime direnen değil, değişime hazır, değişimi yönetebilecek bir kurumsal kültür..
• Değişimle başkalaşmayı ayırt edebilen bir zihniyet..
• İçerisinde bulunduğu yerel yönetim ağının dönüşen yapısına uygun olarak yerel davranış kabiliyeti ve esnekliğine sahip bir Hizmet-İş..
• Beklentilere açık, muhtemel risklere hazırlıklı, panikten uzak, soğukkanlı-kararlı-sonuç almaya
kilitlenmiş bir Hizmet-İş..
• Genel Merkez politikaları doğrultusunda, yerel özellikleri dikkate alarak esneme kabiliyet ve
hareketliliğine sahip bir Hizmet-İş..
• Toptancı red ve toptancı kabullere dayalı önyargılar yerine; tartışmaya açık, farklı söylem ve
eylem biçimlerini zenginlik olarak kabul eden; varoluş zeminini yitirmeye doğru giden sendikal
anlayış ve yapıların tepkisel kavram ve eylemlerinin çekiciliğine yakalanmayan, onları
sorgulayabilen, değişim dinamiklerine duyarlı bir Hizmet-İş..
Değişen dünya ve Türkiye şartlarında sendikacılık yapmak, çelişkisiz, tutarlı bir zihniyet yapısını ve pratikte değişimi gerekli kılmaktadır. Bu değişimlere ayak uydurmak veya uyduramamak, sendikacılık ve sendikaların var olmak’la yok olmak arasında tercihidir de aynı zamanda.
Değişim… Değişim dinamikleri diyoruz.. Bu dinamikler, mensuplarımızın/üyelerimizin duyarlı olmadığı, onların zihniyet ve yaşam kalitelerini geliştirmeyen dinamikler olamaz. Bu dinamikler, kendi platformlarımızdan kaynaklanan dinamikler olmalıdır. Yani camiamızdan ayrı dili ve meseleleri konuşarak, ayrı dünyalarda yaşayarak bir bütün oluşturulamayacağının bilincindeyiz.
Mensubiyet ve kurumsal kültür üzerinde yoğunlaşmamız, 25 yıllık bir tarihe, geleneğe, kültüre ve sendikal arka plana sahip HİZMET-İŞ’in yeni yüzyıllara taşınmasında köprü olmaktır.
Biz çalışanlar ve sendikalar olarak, toplumun barometre duyarlılığında olan kesimiyiz. Yani arazide çalışıyoruz. Arazi şartlarını iyi tanıyoruz. Kendimizi (misyonumuz ve vizyonumuz gereği) önemsiyoruz, önemsemek zorundayız. Bu bakımdan; ülkemizde meydana gelen en küçük bir siyasal, sosyal ve ekonomik kıpırdanmada öncelikle bizim ne düşündüğümüz, nasıl tavır alacağımızın muhataplarımızda anlamı ve yeri olmalıdır. Bu da bizim görev bilincimiz ve bu bilinci eyleme dönüştürebilmemize bağlıdır.
İnanıyoruz ki: hangi şart ve imkan altında olursa olsun “insanlara hizmet götürme erdemi”ni ve hizmet insanı olmayı misyon;
Bu erdemi sürekli önde taşımayı vizyonumuz biliyoruz. Büyük iddiaların değil, büyük sorumlulukların sahibiyiz.
Hizmet-İş bu vizyonu ve bu misyonu sürdürecektir.
e-posta: gb@hizmet-is.org.tr
(Bu makale, Hizmet-İş Dergisi, Yıl:15 Sayı:112 Mayıs-Haziran 2004’te yayınlanmıştır.)