Ana Sayfa » Makaleler » Mahmut ARSLAN » Hayalî Tehditler mi, Hayatî Teklifler mi?

Hayalî Tehditler mi, Hayatî Teklifler mi?

Aynı gezegende yaşayıp da aynı dünyada olmayanların boşlukta mekân işgal ettiği, sağırlar diyaloğunu sürdürdüğü nadir ülkelerden birisi herhalde Türkiye’dir. Ülkemiz, bu özelliğiyle belki de dünya bazında ‘örnek olay’ olarak değerlendirilebilecek bir konuma sahiptir. Bu genel özelliğimiz; giderek alt katmanlara, topluluklara, gruplara, kurumlara kadar sirayet ederek birbirini anlayamaz, birbiriyle tartışamaz, eleştiri ve değerlendirme bünyesinin kumandasını/yönetimini sinir sistemine teslim etmiş bir hal almaktadır.

Kasların, ses tonlarının, makinaların, cetvel ve pergellerin, kör ideolojik enstrumanların yön verdiği dünyadan insanın, bilginin, hukukun, ahlâkın, birbirini anlama ve uzlaşma kültürünün, bir arada yaşama felsefesinin, ortak doğruların öne çıktığı, daha doğrusu çıkmak zorunda olduğu bir dünyaya doğru yürümenin kaçınılmaz olduğu bir dönemdeyiz. Bu tavrı pasif bir söylem olarak değil, aktif bir gereklilik olarak sergilemek, gerçekleştirmek zorundayız. Ancak ne gariptir ki, yapılması gerekene ilişkin söylemlerin yükseldiği ve yaygınlaştığı oranda, sanki bu söylemler eylem mükellefiyetinden kurtulmak içinmiş gibi bir trajediye de şahit oluyoruz. Böylece söylemlerle eylemlerin birbirine karıştığı, birbiriyle örtüşmek bir tarafa birbirini yalanladığı kaotik/karmaşık bir ortama doğru çekiliyoruz. Ülkemizin son aylarda yaşadığı, giderek de yoğunlaştığı bu karmaşada sivil toplum örgütü/sendikalar olarak herkesten ve herşeyden önce yerimizi doğru belirlemek, duruşumuzu berraklaştırmak zorundayız. Yani her adımda sormak zorunda olduğumuz ‘biz neredeyiz?’ sorusunu içselleştirmek ve her an duruşumuzla cevaplandırmak mecburiyetindeyiz.

Biz neredeyiz? sorusu aynı zamanda biz nereye gidiyoruz? sorusuna da cevap zemini oluşturur. Onun için; yazımızın başlığında belirttiğimiz hayalî tehditlerle hayatî tekliflere vereceğimiz cevaplar bizim nerede durduğumuzu ve nereye doğru gittiğimizi ortaya koyacaktır.

– Hayalî tehditlere kilitlenenler; sanal kasırgalar estirmeye çalışırlar.
– Vehimlerini gerçek zannederler.
– Kendilerine ve topluma mefruz (farzedilen-gerçekte olmayan) hedefler seçerler.
– Kendi paranoyalarına (hezeyanlarına) inanırlar ve bunu toplumsal paranoyaya dönüştürmeye çabalarlar.
– Hayatî tekliflere kilitlenenler ise gerçek beyin fırtınası estirmeye çalışırlar.
-Gerçeklerle vehimleri birbirinden ayırırlar. Hayatlarının ekseninde gerçekler vardır.
– Hedefleri; vehimlere kapı aralamaz.
– Tehditlerin panikten, tekliflerin ise sorumluluktan kaynaklandığının idrakindedirler.

Bu tesbitler ışığında önümüzdeki Türkiye gündemine baktığımızda, gündemin aslî sorunlarının gündem dışına itildiğine, taşıma, zorlama ve manipülasyon ürünü konuların gündeme dayatılmak istendiğine şahit oluyoruz.

Buna en canlı örnek olarak; Ülkemizin İttihat ve Terakki’den beri iç tehdit unsuru olarak kullanılan ve bir türlü vazgeçilemeyen irtica tehdidini gösterebiliriz. Bunun hemen yanında laiklik tartışmaları da demirbaş sanal gündem maddelerinden..

Türkiye ne zaman aslî sorunlarını tartışacak, görecek ve çözecek iradeye kavuşacak olsa hemen irtica ve laiklik tartışmaları gündeme gelir. Bir tarafta demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler; diğer tarafta işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, yolsuzluk, eğitim, sağlık, güvenlik…gibi yılların kronik sorunlarının üzerine gitme iradesi engellenir ve hayali tehditlerin canlı unsuru olarak raflardan irtica ve laiklik indirilerek servise konulur. Oysa ki; ne geniş halk kesimlerinin, ne de geniş tabanlı çalışan kesimin bu sun’i tartışmalarda yeri yoktur. Böyle bir problemi yoktur.
Peki niçin sürekli hayatî teklifler üretme yerine hayalî tehditler servise konuluyor?
Çünkü hayalî tehditler, uzun yıllar birilerinin varoluş zeminini beslemiş, artık besin kaynağı tükenmeye başlamıştır. Onun içindir ki varoluş şartlarını, imkanlarını yeniden hazırlamak gerekir. Bunun için en uygun ortam dumanlı havada ava çıkmaktır.

Oysa biz Sivil Toplum Örgütleri/Sendikalar olarak dumanlı havayı dağıtmak zorundayız. Çünkü dumanlı havalarda kimin ne yapacağı belli değildir. Dumanlı havalar; gücü elinde bulunduranların hiçbir yasa ve kural tanımadan doğal süreçleri kesintiye uğratacakları en müsait havalardır. Bugün de laiklik tartışmalarıyla toplumumuzu sanal bir atmosfere ve sun’i teneffüse sokmak isteyen zorlama girişimlere şahit oluyoruz. Biz cumhuriyetimizin anayasada ifadesini bulan dört temel niteliğinin (demokratik, laik, sosyal, hukuk) hiçbirinin diğerlerine tercih edilemeyeceğini düşünüyoruz. Bu dört temel ilkenin önem sıralaması olamaz. Her biri ne kadar önemliyse diğerleri de o kadar önemlidir. Halkımızın bunlarla bir problemi yoktur. Uygulama biçimlerine itirazları/itirazlarımız/eleştirilerimiz vardır.

İnsanımız, Osmanlı’nın son dönemlerinde de cumhuriyet döneminde de kendisine sürekli seyrettirilmek istenen korku ve gerilim filmlerinin illüzyon olduğunun artık farkındadır. Korku ve gerilim senaryoları üretmek yerine geleceğimizi güvence altına alacak alternatifler taşıyan senaryolara kendisini kilitlemiştir. Yani hayalî tehditlerin de hayatî tekliflerin de farkında ve bilincindedir.

Öyle anlaşılıyor ki; aynı coğrafyada yaşıyor olsak da birileriyle aynı gezegendeyiz ama aynı dünyada değiliz.. Yani bizim dertlerimiz, sıkıntılarımız nüfusumuzun azınlık bir seçkin kesiminin gündeminde değil.. Onun için bu azınlık hayalî tehdit kesiminin dayatmalarıyla ülkemizde gerçekler gündeme getirilmiyor, sefalet tabloları, yoksulluğun, çaresizliğin sonucunda meydana gelen patlamalar; intiharlar, aile faciaları, istismarlar, gözlerden kaçırılmak isteniyor.. Hele de bunların farkında olan, yukarıda bahsettiğimiz sorun çözme iradesini gösterecek sorumlular da dumanlı havaya sokulmak isteniyor.

Bütün bunların farkında olarak yöremize, ülkemize, bölgemize ve küremize olan sorumluluklarımızdan soyutlanmadığımız sürece hayalî tehditler üretmeye endeksli dumanlı havanın oluşmasına müsaade etmemiş oluruz.

Sendikal alandaki teknik ve işkolumuza yönelik sorunlarımızın çözümünün bile genel bir zemin temizliğinden geçtiğinin farkında olarak, duyarlı sivil toplum örgütü/sendika yöneticilerinin öncelikle hayalî tehditleri bertaraf edip, alanlarıyla ilgili hayatî tekliflere kilitlenmesine ihtiyaç duyulan zamanlardayız.

Hizmet-İş Sendikası olarak hayatî teklifler misyonumuzun gereğidir. Nedir bu hayatî teklifler dediğinizde öncelikle dumanlı havayı hisseden ve buna müsaade etmeyici bir iklim oluşturmak ve bu iklimin gereklerini yapmak..

Bütün bu söylediklerimiz yani hayalî tehditler değil hayatî teklifler raylarını döşemek, sadece ülkemiz için genel bir değerlendirme değil, aynı zamanda kurum/sendika için de geçerlidir. Hatta gereklidir. Bu aynı zamanda bir özeleştiridir. Hayalî tehditler her kurum için farklı isim ve muhtevalarda olabilir. Önemli olan bunlara karşı steril/virüslenmeye karşı sağlıklı bir bünye oluşturabilmektir.

Bütün bunları söylerken kendimizi hariç tutmadığımızın altını da çizmek istiyorum.


Kaynak: Hizmet-İş Dergisi, Aralık 2006, Yıl:17, Sayı:123, s.2-3.