Ana Sayfa » Makaleler » Mahmut ARSLAN » Eylemlerimiz söylemlerimizin yansıması mı?

Eylemlerimiz söylemlerimizin yansıması mı?

İnsanlık tarihinin bugüne kadar uzanan/bilinen ilk dönemlerinden beri tüm metinler/belgelerde inanılanlarla yapılanlar, söylenenlerle gerçekleştirilenler, taahhüt edilenlerle yerine getirilenler, iddia edilenler ile ispat edilenler, (bugünkü ifadeyle) söylemlerle eylemler arasında tam bir uyuşma/ mutabakatın sağlanamadığı, aksine giderek eylemlerin söylemlerin yörüngesinden çıktığına şahit olunuyor. Eğer böyle olmasaydı da söylemler eylemlerle mutabık olsaydı insanlar ve toplumlarda sapmalar meydana gelmezdi, sorunlar ve çözüm arayışları sözkonusu olmazdı.

Söz ve fiil arasındaki kopukluk/tutarsızlık insanoğlunun doğru bir çizgiden sapmasının yolunu da açıyor. Uyarıcılar, toplum önderleri, hikmet adamları sürekli buna vurgu yapıyor. Bulunulan noktada meydana gelecek bir açı sapması, çevreye doğru giderek açısı genişleyen daha büyük sapmalara neden oluyor ve artık çıkılan yerle varılan yer arasında bir örtüşme, mutabakat sağlanamıyor.

İnsanoğlunun bu önemli sınavı/serüveni kurumlar için de ayniyle geçerli…

Günümüzde sivil toplum örgütlerinin de böyle bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarını söylemeye gerek yok. Bu tehlike her an karşılarında bir buzdağı gibi duruyor. Eleştiri ve özeleştiri ekseninden giderek uzaklaşmanın kaçınılmaz sonucu olarak söylemlerle eylemler birbiriyle çelişiyor, ayrı yerlerde karar kılıyor.

Sendikal alana baktığımızda…

Her ne kadar “değişim”, “dönüşüm”, “yeni vizyon”, “tutarlılık”, “ilkesellik”, “sorumluluk” gibi sendikal söyleme temel ve kalıcı kavramlar kazandırılsa da, kurumların asla değişmeyen kaderi sendikaları da yakalıyor. Yani söylemlerle eylemlerin örtüştüğü bir yapının sağlıklı bünyesini sürdürmesi mümkün iken, bunun aksi eylemlerin söylemleri yalanladığı bir sağlıksız yapı ile donma ve giderek yokolma… Bu iki yol ve iki tercih sendikaların artık olmazsa olmazlarıdır.

“Konuşma”nın “konuşlanma” ile sonuçlanmadığı yerde tutarlılıktan bahsedilemez. Yani söylemde tutarlı olmak, ancak söylemin eylemle bütünleşmesiyle test edilebilir.

Daha önce ısrarla üzerinde durmuş olduğumuz “kendini hariç tutarak” konuşma, eylem gerçekleştirme (farkında olunmadan) kemikleşmiş bir tavır halini alıyor. En önemli düşünce ve davranış yabancılaşması diyebileceğimiz kendini hariç tutarak olaylara yaklaşma tavrı/tarzı özellikle sivil toplum örgütlerinde sık görülen bir tutumdur. Sendikalara da sirayet eden bu tutum/tavır önemli bir duruş kaymasıdır.

Sivil toplum örgütleri/sendikaların ülke sorunlarına çözüm üretebilme, uyarı kaynaklı tepki verme, değişimleri gözleme ve gereğini yapma gibi temel işlevlerini yerine getirebilmesi bağımsız inisiyatif kullanabilmesine bağlıdır. Bunu kullanabilmesi de söylem-eylem tutarlılığının oluşmasıyla mümkündür.

Sivil toplum örgütleri/sendikaların yapamayacaklarını ve yapmayacaklarını söyleme, iddia etme ve sürdürme alışkanlığının varacağı nihai nokta; Kendi varoluşlarındaki haklılığı/gerekliliği önce tartıştırma, sonra aşındırma, daha sonra da gereksiz hale getirmek olacaktır. 
Bu tesbit, uyarı ve sorgulamaları her sivil toplum örgütü, önce kendilerine yönelik olarak yapabilmelidir.

Oysa ki; ülkemizde yaşanan olaylar, kronik sorunlar, geleceğimizi kurma gibi temel alanlarda proje üretmek, pozitif tepki verebilecek ağlara sahip, ekonomik, sosyal ve siyasal politikalarda etkin ve yetkin olabilecek, toplumsal yaşamda önemli roller oynayabilecek sendikaların, kendilerini yeni dünya ve Türkiye şartlarında kaçınılmaz bir hayati ihtiyaç haline getirecek konuma bürünmeleri mutlak gereklilik arzediyor. Ülkemizin tarihsel arka planındaki sivil örgütlenmelere ve geçmiş tecrübelere baktığımızda bugün bunun potansiyelinin son derece gelişmiş olduğunu da görürüz. Ancak bu potansiyelin güncel şartlarda ve modern dünyanın ilişki biçimlerine/gereklerine göre yeniden üretilmesi gerekiyor. Sendikaların önemli ve kapsamlı bir Sivil Toplum Örgütü olduğu göz önüne alındığında bu yeniden üretme işlevini gerçekleştirebilmesi mümkündür. Bunun da yolu; Söylemleri eylem haline getirmek, yapay söylem ve eylemlerden kaçınmaktır.

Formülasyon şeklinde söyleyecek olursak: Bu temellendirmeler üzerinde, sendikalarının söylemlerinin toplamı eylemlerinin toplamına eşit olmalıdır. Söylemlerle eylemlerin organik-canlı bir bünye ilişkisi içerisinde sürmesi gereklidir.

Sendikaların duruşlarını şekillendiren, anlayışlarını berraklaştıran, değişimlerinin doğrultusunu işaretleyen, içerisinde bulundukları negatif şartlarda istikametlerini belirleyen tek ilke: söylemleriyle eylemlerinin örtüşmesidir. Eylemlerimiz, bir sonraki söylemlerimizin, söylemlerimiz de bir sonraki eylemlerimizin referansını oluşturmalıdır.

Bütün bunlar, sendikaların temel sloganı olan “ilkeli, kararlı, sorumlu” sendikacılığın gereğidir.

Özetle söylersek; bugün şartların zaruri kıldığı bir sivil sendikal duruşu söylem-eylem ayrılmazlığı içerisinde ortaya koymak, sendikaların yeni yüzyılda varoluşunu şekillendirecektir. Aksi bir düşünce, “ölüme evet” demektir.

Çevresini, ilişki biçimlerini, ülkesini değiştirme misyonuyla yola çıkan ve bunu bir yaşam biçimi haline getirmek isteyen tüm örgütlerin eylemlerinin toplamı söylemleriyle örtüştüğü oranda misyonlarını gerçekleştirebilirler diye düşünüyoruz.

Sendikal duruşumuzun gereği; yeni ve nitelikli bir örgütlenme ve hak arayışını temel felsefe olarak benimseyen biz; şartlar ne olursa olsun söylemlerin eylemi, eylemlerin de söylemi işaret etmediği hiçbir politikanın içerisinde olamayız !

Aksini düşünmek; gündelik yapay kaygıları aşamayan, varoluşunun cevabını veremeyen, sürekli zemin kayması içerisinde kırılan bir çizgiyi benimsemektir.

Tutarlı söz ve eyleme sahip olabilmek, “öz”e sahip olabilmektir.