İki ayrı kelime olmasına rağmen, birlikte oluşturduğu kavramsal bütünlük ve derinlik, bizim HAK-İŞ/HİZMET-İŞ olarak “erdemli bir sendikal inşa” vurgusuyla ifade ettiğimiz yeni sendikal anlayışın oturduğu eksene işaret ediyor.
Bu kavramı “emeğe değer” şeklinde formüle ettiğimizde, emeğin değerle buluşması, değere bürünmesiyle birlikte hem “emeğe değer” veren bir anlayışa, hem de “emeğe değer katan” ve “emeğin bizatihi bir değer” olduğunu ifade eden bir çizgiye vurgu yapmak istiyoruz.
İnsanlık tarihi boyunca emeğin değerle olan ilişkisinde emek ya değersiz hale getirilmiş, karşılığı olmayan meta düzeyine indirgenmiş; ya da emeğin kutsallığından hareketle takdir edilmiş ve hakkı verilmiş bir değer olarak süregelmiştir.
Yeryüzünde ilk insanla başlayan toplumsal hareketin öznesi emek olmuştur, son insana kadar olmaya da devam edecektir.
Modern anlamda sendikal hareketin doğuşuna zemin hazırlayan sebeplere göz attığımızda, emeğin değersizleştirilmesine, aşağılanmasına, işkenceye dönüşen üretim süreçlerine karşı haklı bir tepkiden kaynaklanan muhalif bir bilincin oluştuğunu görürüz.
Tarih, coğrafya ve kültür dünyamızın toplumsal dokusuna bakıldığında, ilk manifesto metinlerden olan Yusuf Has Hacip’in emeğe kutsal bir değer atfeden tanımının bugün hâlâ geçerliliğini koruduğunu görülür. “Ömür aziz değil, emek azizdir” diyen Yusuf Has Hacip, “emeksiz ömre yazık!” sözüyle de emekle bezenmemiş hayatın boşa harcandığına vurgu yapar. Hayatın azizliği, yaşamaya değer olması emekle kaimdir.
Bu bağlamda, kendi kültürümüzde emeğin değer haline geldiği bir yapıyı Ahilik sisteminde görüyoruz. Ahilik, tarihsel çizgide; örgütlenme modeliyle, ilkeleriyle, çalışma ahlâkıyla emek ve değerin en üst düzeyde temsil edildiği bir sisteme sahipti. Sadece emek verenleri değil, bu emeğin karşılığını alın teri kurumadan verenleri de adil bir çizgide uzlaştıran, çalışma barışını esas alan bir bütünlüğe sahipti.
“Emeğe değer” katan bizim eylemlerimizdir, emeğe ilişkin takındığımız tutumdur. Sendikal hareketin “emek ve değer” ekseninden sapmadan yürüyüşü, onun varlık nedenlerinin ortadan kalkmaması için mutlak gereklidir.
Aynı şekilde sosyal ortak olarak diğer paydaşlarımızın (Hükümet, İşveren) da emeği önceleyen söylem ve uygulamaları, emeğin her şeyin üzerinde bir değer haline gelmesinde önemlidir. Son derece dinamik bir karakteri olan çalışma hayatının sürdürülebilir olabilmesi için yapılacak düzenlemelerde emeğe değerin göstergesi olacak hususların varlığı çalışma hayatının ve onu yöneten-yönlendiren zihniyetin emek eksenli bir zihniyet olduğunu ortaya çıkaracaktır.
Yeni keşifler değil, yeni kapılar arama ve aralamanın çabasındayız. Emeğin değerinin olmadığı bir dünyada emekçinin de değeri yoktur.
Emekçinin, işsizlik gerekçe gösterilerek düşük ücretle terbiye edilmesi ve bilhassa ekmeğin sadakat karşılığında verilmesi emeği değersizleştirir. Emekçinin değerinin olmadığı yerde insanlığın da değeri yoktur. Çünkü hayat emekten ibarettir.
Böyle anlaşılmadığı takdirde insan türünün devamını sağlayan üretimin de bir değerinin olmadığı sonucu ile karşılaşırız.
Unutulmamalı ki; üretime değer katan emektir.
Günümüzde çalışma ilişkilerinin sürdürülebilir bir yapıya kavuşması için emek-değer ekseninde bir zihniyetin egemen olması gerekir.
Tarihsel süreçte, vahşi kapitalist üretim süreçlerinin sonucu değer kabul edilmiştir. Bunun anlamı; makine emekçi, onun ürünü de değerdir. İnsana/emekçiye de geçtiğimiz yüzyılda bu gözle bakıldığı ve sadece mekanik bir aygıt kabul edildiği, onun için de gayr-i insani şartlarda çalıştırıldığı için hak arayışından kaynaklanan emek hareketi örgütlenmiş ve sendikal hareketin doğmasına neden olmuştur.
İnsanın olduğu yerde değer, emeğin değerli olduğu yerde insan vardır; emeğin değersizleştiği yerde ise iradesi elinden alınmış, kaslarından ibaret bir köle vardır. Bir halk şairinin söylediği gibi; “Şu insan dedikleri, El ayakla baş değil.
İnsan manaya derler, Suret ile kaş değil.”
Çalışma Hayatımızın son aylarda trajik sonuçlarıyla ortaya çıkan iki kronik sorunu olan taşeron işçiliği ile iş sağlığı ve güvenliğikonularında yapılan yasal düzenlemeler de gösteriyor ki; vahim sonuçlar ortaya çıkmadan emeğe verilmesi gereken değerin verilmemesi sonucunda hep birlikte ülke olarak gözyaşı döküyoruz, insan varlığımızı madenlerde, şantiyelerde, tersanelerde ve daha birçok üretim alanlarında heba ediyoruz.
Biz, bu anlamda geleneğimizde önemli bir özdeyiş olan “bir musibetin bin nasihattan evlâ” olduğuna değil, bunca yaşadığımız acı deneyimlerden sonra “bir nasihatin bin musibete tercih” edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunun içindir ki emeğin değerini sürekli vurgulamaya devam ediyoruz, edeceğiz. Sadece vurgulamak değil, işyerlerinde, madenlerde, şantiyelerde, tersanelerde, fabrikalarda vs. tüm üretim alanlarında bir sosyal ortak olarak yükseltmemiz gereken sesimiz EMEĞE DEĞER olmalıdır!
Bugünün ve geleceğin dünyasında öncelikle sendikalar, değişen ve kompleks hale gelen endüstri ilişkilerinde yeni arayışları tüm kesimlerden önce başlatmalı, ele almalı, tartışmalı ve emek-değer kaynaklı bir sistemin uluslararası ölçekte egemen kılınması için çaba sarfetmelidir.
Küreselleşmenin aynı zamanda yerel değerlerin önemini de ortaya çıkardığı gerçeğinden hareketle, tarihsel deneyim ve birikimlerde emek-değer kaynaklı bir arayışa denk düşen bir sendikal modeli inşa edebiliriz.
Emeğin değere, değerin de emeğe dönüştüğü bir endüstriyel ilişkiler düzenini hem ülkemizin hem de modern dünyanın incelemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kaynak: Hizmet-İş Dergisi, Yıl:24, Dönem:2014/II, sayı:144. HİZMET-İŞ Sendikası (Tüm Belediye ve Genel Hizmet İşçileri Sendikası Üç Aylık Yayın Organı – Yaygın Süreli Yayını, ISSN:1306-3650, sayfa 2-3.