Ana Sayfa » Makaleler » Mahmut ARSLAN » Kalıcı Çözüm, Kesintisiz Demokrasi !

Kalıcı Çözüm, Kesintisiz Demokrasi !

Ülkemiz, cumhuriyet tarihinin en önemli dönemlerinden birisini yaşıyor. Devletin milletle, milletin devletle ‘yeniden’ kucaklaşmaya, bütünleşmeye başlamasının artık “elzem” hale geldiği bir geçitteyiz… Bu geçidin loşluğu bizi ürkütmüyor, ümitlendiriyor. Ümitli olmamızı gerektiren birçok sebep var.

“Yeniden..” diyoruz, çünkü ülkemizin demokrasi tarihi; fiili ve sanal darbelerin, müdahalelerin, toplum mühendisliği projelerinin sıradan ve olağan hale geldiği ‘kırık’larla, fay hatlarıyla doludur. Türkiye artık bu ‘kırık’lardan kurtulmalı, yeni, özgür ve olması gereken ‘yerleşim yeri’ne oturmalıdır.

Her dönem olduğu gibi bugün de bütün sorunlarımız “demokrasi” etrafında kilitlenmiş durumdadır. Demokrasiyi işlevsiz, görüntüden ibaret bir aksesuar olarak dillerinden düşürmeyenlerin “kilitledikleri” Türkiye, artık eski Türkiye olmayacaktır, olmamalıdır ! Türkiye, yeni ikliminde, bölgesel ve küresel bir aktör olarak, kilitlerinden ve kırıklarından temizlenmiş bir Türkiye kimliğine dönme yolundadır, iradesindedir !

Demokrasisini defolardan, tümörlerden, varislerden temizlemiş, check-up yaptırmış bir Türkiye, toplumsal dinamizmini, özgürlük katsayısını, sosyo-ekonomik düzeyini ‘geriye dönülmez’ bir biçimde sağlamış Türkiye olacaktır. Tutarlılık, sorumluluk, kuşatıcılık, kapsayıcılık, derinlik tarihsel misyonuna inanmış bir Türkiye’nin görevidir, ödevidir.

Onun için kalıcı çözüm, kesintisiz demokrasi diyoruz.

Demokrasi; ülkenin ve toplumun geleceği için “derdi olan”lar için anlamlı ve önemlidir. Demokrasi; derdi olmayanların ‘uğrak yeri’ değildir. Onun için, derdi olan sivil toplum örgütleri insiyatif almalı, alternatif üretmeli, sesini yükseltmeli. Bahsettiğimiz; demagojik seslerin yükseldiği değil, sorumlulukların yüklenildiği bir sivil toplum inisiyatifidir.

Ülkemizin bugün içerisinden geçmekte olduğu koridorun bütünüyle ‘aydınlatılması’nda birinci derecede görev, siyasetten önce sivil toplum örgütlerine düşmektedir.

Ülkemizin kronik sorunları vardır: İşsizlik, Gelir dağılımı adaletsizliği, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, örgütlenme, vs. vs…. Bu sorunların çözümünün de “kesintisiz demokrasi”den geçtiğini söylemek ütopik ve abartılı olmasa gerek. Bir hapishanenin duvarları arasında yaşamaya mahkûm edilen bir insanın tüm sorunlarının, taleplerinin, beklentilerinin çözümü insanın özgürlüğüne bağlı olduğu gibi; toplumumuzun da öncelikle sorun, talep ve beklentilerine cevap arayabilmek için de temel ihtiyaç kesintisiz demokrasidir.

Bu bağlamda, toplumumuzun ve ülkemizin önünün açılması için yeni bir demokratik anayasa, ‘olmazsa olmaz’ ihtiyaçtır. Buna bağlı olarak yapılacak yasal düzenlemeler, ülkemizin geleceğini aydınlatacak yeni bir toplumsal sözleşme niteliğinde olmalıdır.

Ülkemizde yaşanan tartışmalar, yasadışı yapılanmalar ve her gün yaşanan kargaşalara baktığımızda şunu görebiliyoruz: Türkiye ya bütün bu yaralarından kurtulma iradesini gösterecek, ya da bu yaralarla yaşamaya mahkûm olacaktır.

Türkiye, manipülatörlerin, silah tüccarlarının, etnik rantçıların “nasıl daha çok satarız, nasıl daha fazla kazanırız, nasıl daha fazla istismar ederiz” iştahıyla “toplumsal çatışma”ları sahneye koydukları senaryoları gördü, o dönemleri yaşadı. Bir daha yaşamamak için epey “acı tecrübeler” edindi. Bu tecrübelerden ders çıkararak, mevcut sorunlarını yakaladığı fırsatla “eşzamanlı” çözebilme imkânına sahiptir.

Bu Tarihsel arka plânımıza baktığımızda; bu topraklar “azınlık” “çoğunluk” tartışmasını aşmış “değerler”e yatak olmuştur. Bu topraklarda hiçbir topluluk “öteki” değildir, ötekileştirilmemiştir. Kimlik tartışması olmamıştır. Herkes ait olduğu kimliği sağlıklı bir biçimde muhafaza etmiştir. Ne dayatma, ne istismar olmuştur. “Pax Ottomana: Osmanlı Barışı”nı yüzyıllar boyu yaşatmış ve bugünün kaotik dünyasına kavram ve pratik olarak sunmuştur. Tarih ve coğrafyamız, farklılıklarının farkında olarak “bir arada yaşama kültürü”ne sahiptir.

Dün, 6,5 milyon km2’lik coğrafyayı iradesiyle yöneten bir devlet ve topluluk, bugün sahip olduğu 780 bin km2’yi barış içerisinde yönetebilecek iradeye, enerjiye ve kaynağa sahiptir. Yeter ki “sorumlu irade” tecelli edebilsin.
Her alanda, farklılıklar üzerinden karşıtlık üretmek değil, faklılıklar üzerinde birliktelik üretmek zorundayız. Ülkemizin huzursuzluğa ve hukuksuzluğa tahammülü yoktur. Barış ve istikrar herkesin, her kesimin ertelenemez, ihale edilemez görevidir.. Herkes özeleştiri yapmalı.

Kendi sorunlarımızı kendimiz çözeceğiz. Öncelikle temel sorunlarımızdan olan terör sona erdirilmeli. Sonuna kadar terörle yaşayamayız. Bugüne kadar uygulanan terörle mücadele yöntemleri başarılı olamamıştır. Terörün yıllardır etki alanında bulunan bölgeler sağlıklı bir yapıya kavuşturulmalı. Bu yapı sadece ‘güvenlik’ boyutuyla değil; sosyal, ekonomik, kültürel, vs. boyutlarıyla bir bütün olarak kurulabilir ve sürdürülebilir. Her türlü etnik ayrışmadan uzak, etik sorumlulukla çözümlere ulaşılabilir. Onun için de; Üniter yapı tartışmalarına düşmeden barış ve huzuru hakim kılma çabaları yoğunlaştırılmalıdır.

Hiçbir sorun hamasetle çözülmez. Soğukkanlılıkla, sorumlulukla hareket etmek gerekir. Bünyenin günden güne, tedricî bir biçimde sağlığa kavuşması bazı virüsleri harekete geçirse de bünye buna karşı dirençli olmalıdır.

Biz; sorumlu bir sivil toplum örgütü olarak, ülkemizin yaşadığı süreci yakından takip ediyoruz. Terörün sona erdirilmesi, bölgesel barışın sağlanması için geniş kesimlerin desteğini görüyoruz. Süreç yarım bırakılmamalı ve yanlış adım atılmamalıdır. Bu dönemde Sivil Toplum Örgütleri daha fazla insiyatif almalıdır.

Çatışmadan beslenenlerin, çürümeden hayatiyet bulanların “ekmeğine yağ sürülmemeli”. Ortaya konulanlara bir parti projesi olarak karşı çıkmak yerine; tarihsel genlerimizden ve aktüel imkanlarımızdan “çözüm üretebilme” kapasitemiz bulunduğu gerçeği ve güveniyle yaklaşılmalıdır. Güçlü Türkiye, böylece ayakbağlarından kurtulabilir ve bölgesel ve küresel bir rol üstlenebilir.

Sendikal sorumluluklarımızın idrakinde olarak, gittiğimiz tüm ülkelerde gözlemlerimiz; “Türkiye’den beklentilerin yüksek olduğu” yönündedir. Türkiye’nin tavrı ve tarzı onun için önemlidir. Bu beklentileri karşılayabilmek için “kendimizle uğraşmak”tan öncelikle kurtularak, gerekli donanımları oluşturmalıyız. Kendi problemlerini çözmüş bir Türkiye, bölgeselliğin ötesinde “küresel bir güç” olarak yer alacaktır. Tarih ve coğrafyamız bu misyonu bize yüklemektedir.

Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, vs. uluslararası “yol haritası”nın belirsizliklerden kurtulmaya başlandığı ve iradî olarak yeniden şekillendiği bugünlerde hiç kimsenin ülkemizi germeye hakkı yoktur.

Onun içindir ki; Ülkemizin, insanımızın bugünü ve geleceği için KALICI ÇÖZÜM, KESİNTİSİZ DEMOKRASİ bir mecburiyettir !

Toplumun ihtiyaç ve beklentileri yasama ve yürütmeye olduğu kadar sivil toplum örgütlerinin de basiret ve cesaretle olayları yönetebilmelerini gerekli kılmaktadır.